Şirazi

Author: Üçüncü Dünyadan / Etiketler: , , ,

Gül yanımda,şarap elimde,sevgili muradımca bana yar...cihan sultanı bile böyle bir günüme köle olur.
  Söyle;bu meclise mum getirmeyin.Bu gece,meclisimizde sevgilinin dolunay gibi olan cemali kafi.
Mezhebimizde şarap helaldir;ama ey gül fidanı gibi nazik,selvi boylu güzel,sen olmazsan haramdır.
  Meclisimize güzel koku katma.Çünkü her an senin saçlarının kokusunu almakta,onunla neşelenmekteyiz.
  Kulağım tamamıyla neyin sözünde,çengin nağmesinde.Gözüm,tamamıyla lal gibi dudakta ve kadehin dönüşünde.
  Şeker lezzetinden,şekerden bahsetme.Muradım ancak senin tatlı dudağında.
  Gam def'ine virane gönülde mukim olalı,makamım daima harabat civarıdır.
   Ayıptan,ardan niçin bahsediyorsun ki? şöhretim ayıpla,arla.şöhretimi niçin soruyorsun ki?ayıbım,arım şöhretten!
    Şarap içmekteyiz,sarhoşuz,rindiz,güzellere bakıyoruz,hayranız,doğru...Fakat bu şehirde hangi adam bizim gibi değil? onu bir göster!
     Ayıbımı muhtesibe söylemeyin.O dabizim gibi durmadan daimi işret aramakta,o da bizimle bir halli!
     Hafız,şarapsız,sevgilisiz bir an bile durma.Gül mevsimi,yasemin sefası,ramazan bayramı!
 

Jiddu Krishnamurti Korku Üzerine

Author: Eyüp Köse / Etiketler: , ,


Korku nedir ? Korku bağımsız bir şekilde değil, yalnızca bir şeyler ile ilintili olduğu sürece varolabilir.Ölümden, bilmediğim bir şeyden nasıl korkabilirim? Ben sadece bildiğim bir şeyden korkabilirim. Ölümden korktuğumu söylediğimde gerçekten bilinmeyen bir şeyden mi,ölümden mi korkuyorum? Yoksa bildiğim şeyleri kaybetmekten mi? Benim asıl korkum ölüm değil fakat sahip olduğum şeylerle olan ilintilerimi kaybetmemdir.
Şimdi benim sorum, ailemizi,saygınlığımızı,kişiliğimizi,banka hesabımızı, iştahımızı vb. kaybetmemizin korkusu olan bilinenin korkusundan nasıl özgür olacağımızdır.Korkunun bilinçten kaynaklandığını söyleyebilirsiniz fakat bilinciniz sizin kendi şartlanmanızla şekillenir, yani bilinç halihazırda bilinenin bir sonucudur.Peki ne biliyorum? Bilgi, şeyler hakkında fikir,düşünce sahibi olmak ve bilinenlerle ilintili mantıksal bir bağa sahip olmaktan başka bir şey değildir.Fikirler, meselelerin çözümlemelerine cevaben tecrübelerin bir sonucu olan yaşanmışlıklardır.
Bilinenden korkuyorum, yani insanları,şeyleri,fikirleri kaybetmekten, kendimi keşfetmekten, boşluğa düşmekten korkuyorum.Kaybolmakla, kazanamamakla ve daha fazla zevk alamamakla ortaya çıkan acıdan korkuyorum.
İşte bu acının korkusudur.Fiziksel acı sinirsel bir tepkidir.Fakat psikolojik acı, ben bana memnuniyet veren şeylere sıkı sıkıya bel bağladığımda bir başka şeyin veya bir başkasının onu benden çekip alabilme ihtimali sonucu ortaya çıkar.Psikolojik birikimler rahatsız edilmedikleri sürece psikolojik acıyı engellerler bu da demektir ki ben,herhangi bir ciddi rahatsızlığı engelleyen bir tecrübeler ve birikimler yığınıyım ve rahatsız edilmek istemiyorum.
İşte bu yüzden onlara(birikimlerime,tecrübelerime) el uzatacak birinden korkarım.Bu nedenledir ki korkum bilinendendir.Acıları defedip, kederleri engelleyerek topladığım fiziksel veya psikolojik birikimlerimdir korkum.Fakat keder, psikolojik acıyı engellemek için birikim yaptığımız,tecrübe kazandığımız sürecin bir parçasıdır.Bilgi de acıyı engeller.
Tıbbi bilginin fiziksel acının önüne geçtiği gibi, inançlarda psikolojik acıya mani olur.Bu nedenledir ki, her ne kadar hakkındaki gerçekliğe dair kusursuz bir bilgimiz veya somut bir kanıtımız olmasa da inançlarımızı kaybekten korkarız.Bazı bana yutturulan geleneksel inançları yadsıyabilirim çünkü kendi yaşanmışlıklarım bana güç,güven ve anlayış verir.Fakat yine, bu tür inançlar ve bilgiler az önce anlattığım şekilde kazanılmıştır - acıyı engelleyerek.
Korku, kaybetme korkusunu yaratan bilinenin birikmişliği olduğu sürece varolur.Bu yüzden bilinmeyenin korkusu aslında birikmiş bilineni kaybetmenin korkusudur.Birikim değişmez bir şekilde korku demektir, ki sırası gelince acıya dönüşür; ve "Kaybetmemeliyim!" dediğim anda alın size korku.Niyetim acıyı engellemek olsa da, acı birikimin özünde olan bir şeydir.Sahip olduğum şeyler,(birikimlerim) acı olan korkuyu yaratır.
Savunma yapma içgüdüsü saldırıyı doğurur.Fiziksel bir emniyet isterim bu yüzden silahlı kuvvetleri gerektiren bir egemen hükumet kurarım ,ki bu da savaş demektir, güvenliği ortadan kaldırır.Her ne zaman kendini koruma arzusu varsa, korku vardır.Emniyet istemenin yanlışlığını gördüğümde artık o konuda birikim yapmayı durdururum.Fakat siz bunu gördüğünüzde birikim yapmaktan başka elinizden bir şey gelmiyorsa bunun nedeni gerçekten görmemenizdir,çünkü, doğal olarak, birikim de acı vardır.
Korku birikimsel süreçte varolur ve bazı şeylere olan inancımız birikimsel sürecin bir parçasıdır.Çocuğum ölür ve kendimi bu süreçte psikolojik olarak rahatlatmam için reenkarnasyona inanırım: fakat, bir çok inanma sürecinin başında kuşku vardır.Görünüşte şeyleri biriktiririm ve savaşa yol açarım; içten içe inanç besler ve acıya neden olurum.Banka hesaplarına sahip olmak, zevk almak vesaire için emniyette olmak istediğim sürece, bir şey olmak istediğim sürece, psikolojik veya fiziksel olarak acı ortaya çıkar.Acıyı engellemek için sergilediğim eylemler bana korku, acı getirir.
Korku, ben belli bir kalıba girmek istediğim zaman ortaya çıkar.Korkusuz yaşamak, kalıplar olmadan yaşamak demektir.Belli bir yaşam şeklini benimsediğim zaman bu, korkunun kaynağıdır.Zor olan şey sınırları çizilmiş bir hapishanede yaşama isteğimdir.Peki duvarları kıramaz mıyım? Bunu ancak gerçeği gördüğüm zaman yapabilirim; bu tutsaklık, korkuya neden olur korku da hapishanenin duvarlarını daha da güçlendirir.Eğer korkunun tutsaklığından kurtulmak için duvarları kırmam gerektiğini söylersem o zaman sadece uzun vadede korkuya sebebiyet verecek başka bir kalıba girmiş olurum.
Duvarları kırmak arzusuyla harekete geçtiğim herhangi bir eylem sadece bir başka kalıbı yaratacaktır, bu da korku demektir.Peki korkuya yol açmadan, onunla ilintili, bilinçli veya bilinçsiz herhangi bir eylemde bulunmadan duvarı nasıl kırabilirim? Bu şu anlama gelir ki,duvarı kırmak için hiç bir davranışta bulunmamalıyım, kılımı bile kıpırdatmamalıyım.Peki kılımı bile kıpırdatmadan sadece duvara bakarsam ne olur? Bu sefer zihnin kendisinin hapishane olduğunu görürüm.Kalıp, kendi için yarattığı başka bir sürekli kalıpta yaşamına devam eder.Zihnin yaptığı herhangi bir şey eski bir kalıbı güçlendirir veya yeni bir kalıbın oluşmasının yolunu açar.Bu da demek oluyor ki zihin korkularından kurtulmak için ne yaparsa yapsın bu yeni bir korkuya zemin hazırlar.
Korkunun kaçabileceği bir çok yol vardır.Bu yollardan en çok kullanılanı kimliktir değil mi ? Devlet'e göre kimliğiniz, topluma göre kimliğiniz...Askeri geçitlerde, dini törenlerde veya ülkeniz işgal edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anda bu olaylara nasıl tepki verdiğinizi hiç farkettiniz mi ? Kendinizi bir ülkeye, bir oluşa, bir ideolojiye göre tanımlarsınız.Başka zamanlarda vardır ki bu sefer kendinizi çocuğunuzla, eşinizle veya belirli bir eylem veya eylemsizlikle tanımlarsınız kendinizi.
Kimlik bir kendini-unutma sürecidir.Kendimin bilincinde olduğum sürece acının, çabanın ve sürekli bir korkunun varolduğunu bilirim.Fakat eğer kendimi başka bir şey ile, daha büyük, daha kayda değer, daha güzel bir şeyle, yaşamla, gerçekle,bilgiyle,inançla ve bilgiyle tanımlarsam en azından, geçici olarak, kendimden bir kaçış yolu vardır değil mi? Ülkem hakkında konuşursam, kendimi geçici olarak unuturum öyle değil mi? Eğer Tanrı hakkında bir şey söylersem kendimi unutur muyum? Eğer kendimi ailemle, bir grupla, belirli bir siyasi parti ile veya bir ideoloji ile tanımlarsam işte o zaman geçici bir kaçış yolu vardır.

çeviri: eray erdoğan


Sigara

Author: Eyüp Köse / Etiketler: , ,


İnsanlar hastayken daha az sigara içiyor bense aksine daha çok içiyorum.
Boğazıma gelen o sertliği seviyorum ve normaldede
 bu kadar sert olmalı sigara diyorum hoşuma giden birşeyden hastaysam neden vazgeçiyim ki.hastayken ne kadar zararlıysa sağlıklıyken de o kadar zararlı bu meret bırakın bu hayattan zevk alarak ölelim.

İlker.


Sonrası Biraz Bulanık

Author: Üçüncü Dünyadan / Etiketler: ,


   İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.
Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.
Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.
Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.
Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.



Emrah Serbes

Yeni Bir Başlangıcın Yaban Düşleri

Author: Ahmet Yorulmaz / Etiketler: , , ,


Bu gece soluk kesen bi susku var çevre yolunda

Beton çıkıntıların ötesinde

mum ışığında çiftlerle

düşlere dalıyo lokantalar

Yitik İskenderiye ışıl ışıl şimdi de

bi milyar lambayla

Yaşamlar yaşamlara bitişiyo

oyalanıp dururken kırmızı ışıklarda

Ötesinde yonca yaprağı kavşaklardaki çıkış rampalarının

‘Ruhlar ruhları yiyor kapsayıcı boşluk içinde’

Mutfak penceresinden dışarı taşan bi piyano konçertosu

Yoginin teki bi şeyler anlatıyor Ojai’de

‘Her şey tek bir zihinde olup bitiyor’

Ağaçlar arasındaki çayırda

oturmuş sevgililer

kendilerinin evrenle bir olduğunu

anlatan ustayı dinlemekte

Gözler çiçekleri kokluyor çiçeğe dönüşüyolar böylece

Soluk kesen bi susku var

çevre yolunda bu gece

Pasifik’te derinlerden bi dalga tam bir mil yüksekliğinde

hızla yaklaşırken kıyıya

zehirli gazını son kez soluyup Los Angeles

gömülüyor denize tıpkı Titanik gibi ışıl ışıl bi halde

Dokuz dakika sonra Willa Cather’ın Nebraskası da batıyor onunla

Deniz ulaşıyor Utah’a

Mormon tapınakları midyeler gibi sürükleniyor suda

Çakallar şaşkınlığa uğramış yüzemiyorlar bi yere

Omaha’da bi orkestra sahnede

çalmayı sürdürüyo Handel’in Su Müziği‘ni

Borular suya boğulmuş

çalgıları üzerinde yüzüyo kontrbasçılar

sarılmışlar onlara sanki sevgilileriyle sevişir gibi

Chicago’nun yerden üç beş metre yukarda giden trenleri var ya

onlar bi eğlence trenine dönüşüyo göğe bi yüksele bi alçala

Gökdelenler ağzına kadar dolu su bardakları gibi

Budacı deniz suyu Büyük Göller’e karışıyo

Yüce Kitaplar ıslanıp yumuşuyo Evanston’da

Milwaukee birası kabarıyo deniz köpüğüyle

Buffalo’nun Beau Fleuve’ü birdenbire tuz kesiyo

Manhattan adası temizleniveriyo on altı saniyede

Yeni Amsterdam’ın gömülü direkleri yükseliyo

koca dalga hızla yönelirken Doğu’ya

silip süpürecek gereğinden çok yaşamış Kamember Avrupa’yı

Mannahatta buğulanıyo denizin sarılgan otlarıyla

yıkanıp arınan toprak yeniden uyanıyo el değmemişliğe

tek ses cırcır böceklerinin devasa cırıltısı

deniz kuşlarının çığlığı

bomboş bengilik içre

o sıra Hudson yeniden kazanıyo sık ağaçlıklarını

Kızılderililer geri çağırıyo kanolarını



Sonsuz Yaşam



Sonsuz o güzelim yetkin yaşamı dünyanın

Sonu yok gökçe varlıklarının, içinde soluk almanın

güzelim duygulu varlıkları sonsuz, yaşayan

görüp duyarak düşünüp duyumsayarak

gülüp dansederek iç geçirip ağlayarak

esrimeyle sevinin umutsuzlukla sevincin

sonsuz akşamüstleri sonsuz geceleri boyu

içip çekerek söyleşip türkü çağırarak

sonsuz Amsterdamlarında varoluşun

yağmurlu sabahlar yazarların falan takıldığı yerlerde

sayısız kahveyi indirip mideye

sonu gelmez neşeli muhabbetlerle

Işıkların sonsuz cümbüşünde

arzu tramvaylarıyla geçen

sokak sineması sonsuz

Samanyolu’nun geceyarıları boyu

üstü örtülü açık hava diskolarında

havasız punk rock barlarında

uzun saçları saça savura dansetmek sonsuz

gündoğumunun Uçmaklarına dek

geceleyin sonsuza varan herşeyin

lafını edip düşünerek cigara içmek

gecenin soluk aklığında gecenin ışığında

Evet ya tabii ya sonsuz yaşayıp sevmek

tiksinip bağrına basmak tutkuyla öpüp öldürmek

zamanın içinde dönüp duran

etten yaşam çarkını

tıkırdatmak solumak doğurmak sonsuz

Sonsuz yaşam sonsuz ölüm

Sonsuz hava sonsuz soluk

Sonu yok dünyaların bitmek bilmeyen günleriyle

güz vakti yapraklarla bezeli

tıklım tıkış caddelerinde başkentlerin

Sonsuz düşler dağılan uykular sonsuz

özenin kavuşuk kolları

düşünce dolambaçları

sevinin arap saçı kuruntuları

arzuyla özlemin daralan halkaları

adlandırılamazın sayıya gelmez oyun sonları

Yanıp tutuşan gökler sonsuz

uzanıp doğrulmuş evren sonsuz

Bi mantar yığınının üstünde duruyo dünya

İçimizde soluklanan yalaz sonsuz

benzinle şenlenen yalazları sindirerek

meydanlarda dansediyor dövmeli ateş yutucular

Yalazlanan yaşamın küt küt atan yüreği cesur mu cesur

çarpıyor pompalıyor yanıp tutuşuyor bu yürek

Duyuların açık alanları sonsuz

kösnüyle sevinin kokusu

kızışmış kedilerin duraksız çağrısı

dört yana saçılan misk

Sonu gelmez sevişme seslerinin

gıcırdayan yatak yaylarının

sevişen sevgililerin inlemelerinin sonu gelmez

geceleyin duvarın ardından işitilen

Sonu gelmez esrik haykırışlarının

bitik yitik doruğun bağırtılarının

zangırdayan müzik kutusunun tınısının

Cennette becerilmiş

üfürüp fışkırtmaların gürüldek akışının sonu gelmez

Ardından sonsuz girişimler

Sartre’ın bulantısından kaçayım diye

kavrulmuş duyumun çorak cascavlak tepeleri

umutsuzluğa gömülü yaşama sevinci

aydınlanmanın gemi yükü

Kharon’un hendeğinde yüzen bok tekneleri

hırslar histeriler paranoyalar

kirlenmeler ve sapkınlıklar

Başkaldıran insan sonsuz

ölümün anonim suratında

ucube devletin daracık yollarında

Bu herifin anarşist görümleri sonsuz

yabancılaşması sonsuz

yabancılaşmış şiiri sonsuz

devletin atsineği Eros’un Hamalı

Yeryüzündeki bu insan yaşamının tınısı sonsuz

onun sonsuz radyo ve televizyon yayınları

rotatiflerin sonsuz silindirlerinde dönüp duran gazeteleri

yazı makinelerinin sonsuz şeritlerinde

sözcüklerinin ve imgelerinin akışı

duraksız döktürmeler kararsız karalamalar

bilinmedik birince yazdırılan şiiirler sonsuz

Telefonla dünyanın bi ucunu aramalar sonsuz

sevgililerin istasyonlardaki sıkıntılı bekleyişi

kuşların tepelerde çatılarda cıvıldaması

gökyüzünde kargaların gaklayıp durması

cırcır böceklerinin canhıraş cırıltısı

yükselip alçalan suların

çakıllardaki şırıltısı denizlerin çırpıntısı

Güz vakti Ekim’in ortasında

gelgitin coşkun kuşatması

yaradılışın tuzdan öpücüğü sonsuz

Yaşamın barajları kanalları ötesinde

gemi çanlarının çalmasının sonu yok

Zamanın bomboş kilise ve kulelerindeki

devasa kampanaların zangırdayıp durmasının sonu yok

Sonu yok saçı sakalı birbirine karışmış kutsal kişinin

karayıkım yüklü bildirisinin

Yaşamın zamanda titreşip duran

uzay boyunca ışıldayan

zemberek yüreğinin

boşalması sonsuz

bu yürekte dolanan turist gemileri sonsuz

sonsuz kanallarda salınan çatanalar

günbatımında yalazlanan milyonlarca pencere

Kent ışıl ışıl arta kalan ışıkla

sonsuz porno ve neon kamışlarla

kızışıp sarsılıyor orospu mahalleleri

eğreti evlerin yalnızlık dolu çatı katı odalarında

bitmek bilmez titreşimlere boğulan vibratörler

kösnünün etli sandviçleriyle

sevinin lezzetli biftekleriyle

tıka basa doymalar sonsuz

düşler ve orgazmlar sonsuz

döllemenin ve göçebeliğin kuttörenleri

çatıların üstünden doğurgan kuşların uçuşu

yumurtaların yuvalara ve dölyataklarına düşüşü

yaralı kumruların ağlaştığı

dayalı döşeli sevi odalarında

tenin girişimleri ve ayartıları

sevinin ya da kösnünün değdiği yerde

son yok bebeklerin doğmasına

son yok bilincin sessiz sedasız doğumuna

son yok onun acı yüklü ölümüne boş yere

son yok son yok kuruyup solmasına

tüyün tohumun tenin gerekli böylesi de

bir yerlerde birbirine türkü söyleyen

neon denizkızlarının

Birbirine bütün bütüne yakın olanların

göze batmayan değişkeleri sonsuz

gençliğin ateşi yaşlılığın közü

ozanın yeni baştan kabaran öfkesi

Moleküllerin sonsuz dansında

son yok son yok hiçbir yaratığa

Herşey biçim değiştirir Herşey sesini yitirir

ve yeniden yeniden yükseltir sesini herşey

Tanrı’yı ve Godot’yu beklemek sonsuz

saçma eylemler saçma tasarılar saçma oyunlar

ikilemler ve gecikmeler

saçma işte, beklemek hiçbir şey eylemeden

savaşın yitip gitmesini

devletin yitip gitmesini

Çılgınca bir sonu

hiçbir şey eylemeden beklemek çılgınca!

İyiyle kötünün savaşı sonsuz

yazgının fiskeleri nefretin çelmeleri

son parlamanın sonsuz zincirleme reaksiyonlarında

atom bombaları ve otomatik uyarı düzeneğinin hataları sonsuz

o sıra karşı çıkışın Beyaz Bisikletleri

usulca dönüyorlar bu çılgınlığın etrafında

Çünkü yeraltı sığınaklarında düğmelere basıp duran

sivri burun ayakkabılı Gucci terlikli

Teksas çizmeli çelik başlıklı

ordu tanrılarının da bir sonu var

Çünkü hala seçilesi

umut dolu seçeneklerin sonu yok

Işığa boğulmuş karanlık kafalar

görkem dolu yollar

talihin yeşil devleri

umutsuzluğun çamurlu sularında umut yüklü oltalar

uzaktaki tepeler çalılıktaki kuşlar

ışığın gizli akıntıları, işitilmedik ezgiler

yumuşak susku dolu düşüncenin oturumları

görkemli haz konakları kuruluyor

her gün yüreğin mutluluk içinde ölmesi

topraktan kamışlar

kanatlanmış pabuçlardaki ayaklar

rıhtımın üstünde

Son yok

hala açılası algı kapılarına

ışığın çılgınca akışına

insan ruhunun yükseklerdeki havasında

içimizdeki dış uzayda

yin ile yang Amsterdamlarında

sonsuz rubailer sonsuz saltık erinçler

sonsuz shangri-lalar sonsuz nirvanalar

sutralar ve mantralar

satoriler ve sensaralar

Bodhiramalar ve Boddhisatvalar

karmalar ve karmapalar!

Esrimenin tütsülü dölyataklarında dansedip

şarkı söyleyen Şivalar sonsuz!

Işıma! Aşkınlık!

Zamanın kırılca gecesi içinde

ruhun sonsuz suskusunda

insanın uzun gürüldek öyküsünde

İnsanın herşeyi imleyen

sonsuz çığlığı ve çılgınlığında

sonsuz sanrılarıyla

tapınmaları yok etmeleri aydınlanmalarıyla

dikelmeleri ve teşhirleriyle

faşoluğu ve maçoluğuyla

yoldan çıkmış ruhun sirkleri

imgelemin atlıkarıncaları

kafasızın da tavşan adası

ortak bilinçdışının

bir araya toplanmamış sesleriyle

yazdırılan şiir sonsuz!

Göz kamaştırıyor zamanın izleri üstünde!

İskenderiye’nin son günlerinde

Waterloo’dan bir gün önce

Durmak bilmiyor dans

Bir cümbüştür gidiyor gecenin içinde

Amsterdam, Temmuz 1980


LAWRENCE FERLINGHETTI

Çev.: C. Hakan Arslan

Kaynak: Underground Poetix